“Engelli çocuğun yardım alan, engeli olmayan çocuğun ona yardım veren konumuna getirilmemesi gerekiyor”
Fiziksel engelli bir çocuğun okula başladığında karşılaştığı engeller, yalnızca sınıf içi düzenlemelerle sınırlı kalmıyor. Peki, eğitimde fırsat eşitliği ne kadar mümkün? Sadece fiziksel erişilebilirlik mi önemli yoksa daha derin yapısal düzenlemelere mi ihtiyaç var? 2004 yılından beri özel eğitim alanında özellikle görme engelli çocuklar, yetişkinler ve görme engelli çocuk aileler ile çalışan Canan Çam Yücel, bu sorulara yanıt verirken toplumsal önyargıların altını çiziyor ve çocukların sosyal hayata katılımını artırmanın yollarını öneriyor.
– Çocuklar denilince aklımıza hemen eğitim geliyor. Eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması için engelli çocuklara yönelik özel programlar var mı?
Engelli çocuklara yönelik doğrudan özel programlar var diyemem. Sadece özel eğitim okulları, özel eğitim kurumları var. Burada çocukların ihtiyaçlarına, engel gruplarına ve engel derecelerine göre çocuklara özel eğitim planları yapılabiliyor ya da çocuklar akranlarıyla birlikte kaynaştırma dediğimiz eğitim ortamlarına dahil olarak yaşıtlarıyla birlikte aynı eğitim ortamlarında eğitim alabiliyorlar. Programlar yok ama uygulamalar var aslında. Yani örneğin görme engelli çocuğu düşünecek olursak, görme engelli çocuğun ihtiyaçlarına yönelik; gelişimine yönelik eğitimciler, öğretmenler ya da rehberlik araştırma merkezlerindeki ilgili uzmanlar ya da okuldaki psikolojik danışmanlar birleşerek bir eğitim planı çıkarabiliyorlar. Ama doğrudan, çocuklara yönelik “şöyle programlar var, resmi programlar” var diyemem.
Ülkemizde bu tarz durumlar yasalarla da destekleniyor. Örneğin Anayasanın 10. Maddesi fırsat eşitliğine vurgu yapıyor ya da fırsat eşitliğini destekliyor. Milli Eğitim Temel Kanunu’ndaki 4, 7 ve özellikle de 8. Maddeler özel eğitime ihtiyaç duyan çocukları kapsıyor. Bu yanıyla sadece okullarda yapılan uygulamalar olduğunu söyleyebilirim.
– Engelli çocukların eğitimine erişimini kolaylaştırmak için hangi adımlar atılmalı? Çünkü az önce aslında sadece özel alanlarda olduğunu belirttiniz. Dolayısıyla biraz daha yaymak açısından soruyorum. Bu adımlar neler olmalı?
Aslında erişilebilirlik bizim en önemsediğimiz kavramlardan birisi. Erişilebilirlik ve kapsayıcılık, bizim temel felsefemiz ve ilkemiz olmalı. Engelliler hakkındaki kanunun 3. maddesi bunu vurgularken, Birleşmiş Milletler Engelli Haklarına İlişkin Sözleşme’nin 9. maddesi de aynı noktaya dikkat çekmekte. Ülkemiz de bu uluslararası sözleşmeyi kabul etmiş durumda. Ama ülke olarak uygulamada, erişilebilirliğe yönelik adımlar konusunda biraz daha geride olduğumuzu söyleyebilirim. Daha doğrusu aslında bununla ilgili bir çabanın varlığı kesin. Belli aşamalar kaydettiğimizi söyleyebilirim. Ama hâlâ yapmamız gereken çok şey var.
Ben daha ziyade görme engelli çocuklar özelinde çalıştığım için, kendim de az gören bir birey olduğum için, daha çok birikimim o yönde. Belki bu alandan daha özel örnekler verebilirim. Diğer alanlara uzmanlığım olmadığı için girmek istemem çok fazla. Mesela, bir okula görme engelli çocuk geldiğinde onunla alakalı ihtiyaç duyduğu düzenlemelerin yapılması değildir, erişilebilirlik ve kapsayıcılık. Aslında herkes için evrensel tasarım ilkesinin benimsenmesi, kapsayıcı tasarım ilkesinin benimsenmesi ve o çocuğun ihtiyacına göre engel durumuna göre materyallerin, araç gereçlerin, ders kaynaklarının, okullardaki fiziki ortamların hazırlanması demektir eğitim erişilebilirliği.
Eğitim sadece ve sadece okullarda alınan, öğrenilen bir kavram değildir. Yaşamın içinde de öyle… Bu alanlarda, herhangi bir kişi gelecek olması ihtimali düşünülerek, önceden tedbirlerin alınması ve bu kapsayıcılık ilkesinin benimsenerek buna göre hazırlıkların yapılması gerekiyor. O ortama o kişi geldiğinde değil, her an böyle bir ihtiyacın olabileceği düşünülerek adımlar atılmalı.
– Sarı çizgi diye halk arasında bilinen kılavuz yolların olması, sınıf kapılarında Braille yazıların sınıf numaralarının Braille şekilde kabartma yazı ile yazılmış olması,
– Okullardaki ortamların, spor alanlarının, kafeterya, yemekhane, bahçe, öğretmenler odası, konferans salonu ve sınıflar gibi ortamlara erişimin kolay olması,
– Sınıflardaki sıra masa düzeninin ya da çocukların diğer özel araç gereçler, dolaplar, kıyafetlerin asıldığı askılara varıncaya kadar bunların uygun şekilde herkesin erişebileceği şekilde düzenlenmiş ve bunun evrensel tasarım ilkesiyle tasarlanmış olması gerekiyor.
– Sosyal hayata katılımı arttırmak için belirli düzenlemeler de gerektiği çok açık. Bu sosyal düzenlemeler neler olmalı sizce?
Bir çocuk için sosyal hayata başlamanın en önemli noktası oyun ve oyun alanları. Çünkü biz biliyoruz ki hem pedagojik anlamda hem günlük yaşam anlamında çocukların en iyi öğrenme ortamları oyun ortamları ve öğrenmeye aslında oyunla başlıyorlar, taklitle başlıyorlar. Dolayısıyla çocuğun sosyalleşebilmesi, edinebileceği birçok veriyi, bilgiyi edinebilmesi için en elzem ortamlardan birisi oyun ortamları ve buraların erişilebilir olması önemli.
Örneğin bir sürü oyun merkezleri var, çocuk oyun alanları var, açık parklar var ya da açık piknik alanları var. Bu tarz aileleriyle birlikte dahil olabileceği, akranlarıyla birlikte dahil olabileceği bir sürü ortam var. Ama maalesef bu ortamlar herhangi bir kişiye göre tasarlanıyor. Yani daha özel ihtiyaçlar, daha özel durumlar düşünülmeden tasarlanıyor, ya da herhangi bir tasarım için belki de büyük bir çaba gösterilmiyor diyebilirim. Bu oyun ortamlarına engelli bir çocuk geldiğinde oraya erişebilecek mi? Oradaki oyun malzemeleri o çocuğun fiziki koşullarına uygun mu? O malzemeyi rahatça kullanabilecek mi? Akranlarıyla rahatça iletişim kurabilecek mi? Diyelim ki herhangi 3 yaşındaki bir çocuk o parktaki bir araç gereci kullanabiliyorken, oradaki başka görme engelli bir çocuk ona erişemediğinde, orada bir akran iletişimi gerçekleşemeyecek ve bu da çocuğun sosyalleşmesine olumsuz yönde ket vuracak. Aynı şey keza ortopedik engelli, işitme engelli ya da zihinsel engelli çocuk için de geçerli olabilir.
Okullar da akademik ortamlar gibi görülmekle birlikte, aslında çocukların sosyalleşebileceği en önemli ortamlar. Az önceki soru ve konu başlıklarında bahsettiğimiz şeyler buralarda da geçerli. Yani çocuğun sınıfını rahatlıkla bağımsız ve özgürce akranlarının ulaşabildiği şekilde ulaşabilmesi çok önemli. Yaşıtına bağımlı olmaması, yani sadece alıcı konumda olmaması önemli.
“Sadece fiziki erişilebilirlik değil bilgiye erişim de önemli”
Engelli çocuğun yardım alan, herhangi bir engeli olmayan çocuğun ona yardım veren konumuna getirilmemesi gerekiyor. Çünkü bunlar çocuklar ve eşitler. Hakları da eşit olmalı; insan olmanın, çocuk olmanın gereği olarak. Dolayısıyla arkadaşıyla gerçekten arkadaşı olmalı. Parkta, bahçede, oyunda, işte, okul ortamında, beden dersinde ya da herhangi bir etkinlik, sosyal etkinlik esnasında, okul içinde ve okul dışında da mesela ne olabilir? Çocukların gidebileceği, ailelerinin de eşliğiyle çocuğun yaşına ve gelişimine göre sinemalar, tiyatrolar, konser alanları ve çocuklar için gösterilerin sergilendiği açık alanlar, alışveriş yerleri, alışveriş yerlerindeki oyun merkezleri… Bunların hepsi tüm çocukların erişimine açık olmalı ki tüm çocuklar orada farklılıklarıyla birlikte var olabilsin. Burada sadece fiziki erişilebilirlik değil aynı zamanda bilgiye erişim de çok önemli. Çocuk hem fiziki olarak oraya erişebilmeli hem de oradaki bilgiye erişebilmeli. Örneğin bir sinemaya, tiyatroya gittiğinde görme engelli bir çocuksa oradaki görsel öğelerin betimlenmesi onun o bilgiye yaşıtlarıyla birlikte erişimini sağlayacak. Tüm bunların düşünülmesi gerekiyor.
“STK’lar da ikiye bölünmüş durumda: Yardım temelli ve hak temelli çalışan STK’lar”
– Peki hocam buraya kadar saydığımız hakların korunmasında STK’ların rolü nedir?
Türkiye’de STK’lar da ikiye bölünmüş durumda diyebilirim. Bunlardan bir kısmı yardım temelli çalışan STK’lar, bir kısmı da hak temelli çalışan STK’lar. Yardım temelli çalışan STK’lar daha çok eski yıllardan getirilmiş geleneklerle çocuklara ve ailelerine sosyal yardımlarda bulunmaya çalışan STK’lar.
Ancak özellikle 2000 sonrası kurulan hak temelli STK’lar var. Buralarda daha çok hak temelli bir bakış açısı hakim ve aslında çocuğun ya da engeli bulunan bireyin aslında yaşamı için bunların temel bir insan hakkı olduğuna inanılıyor. Bu STK’larda görev alan kişiler olarak ve aslında yardımdan çok daha ötesini düşünüyoruz. Biz buralarda erişilebilirliği, hak temelli kapsayıcılığı konuşuyoruz. Evrensel tasarımı, kapsayıcı tasarımı konuşuyoruz ve az önce buraya kadar, şimdiye kadar konuştuğumuz noktalar üzerinde erişilebilirlik çalışmaları yürütmeye çalışıyoruz.
Örneğin neler yapıyoruz? Okullardaki fiziki koşulların daha iyi hale nasıl getirilebileceğiyle ilgili gerektiğinde, imkanlarımız elverdiğince bakanlarla işbirliği yapmaya çalışarak neleri daha iyi hale getirebiliriz diye çalışıyoruz. Sosyal kültürel alanların erişilebilirliğini; toplu taşımaların erişilebilirliğinden, tiyatroların, konserlerin, sinemaların erişilebilirliğine kadar nasıl tüm çocukların kullanımı için uygun hale getirilebileceğimizi konuşmaya, anlatmaya çalışıyoruz.
Türkiye’de bu anlamda yaşadığımız en büyük güçlük, kurumlara genellikle ilk gidenin STK’lar olarak bizlerin olması. STK’lara direkt kurumların gelişi biraz daha zor. Ama biz bu kapıları açtıkça, bu işbirliğini sağladıkça belediyelerden, Milli Eğitim Bakanlığı, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı gibi bakanlıklardan geri dönüşlerini aldığımızı söyleyebilirim.
2000 sonrasında çok fazla yol katettiğimizi söyleyebiliriz ama hak temelli çalışan STK sayısı hâlâ biraz daha az ülkemizde.
– Türkiye’de engelli çocukların spor ve sanat gibi etkinliklere katılımını soracağım. Mesela sporda çeşitli başarıları, branşlardaki derecelendirmelerdeki rekorları görebiliyoruz. Sanat alanında bunun biraz daha spesifik olduğunu düşünüyorum. Mesela engellilerin ille de belirli sanat etkinliklerine katıldıklarını ve bunun çıktısı olan sergilerin sadece onlar üzerinden yapıldığını görüyoruz. Yani karma serginin içerisinde engelli bireyler yok. Engelli bireyler varsa sadece engelli bireylerin sanat etkinliklerini görebiliyoruz. Bu konularda da neler söylemek istersiniz?
Sanatla alakalı söylediğiniz şey aslında sporla ilgili de var. Bunları toplumsal önyargılarla ve bilinçlenme düzeyiyle de ilgili. Spor ve sanat aslında insanların bir toplumda var olabilmesi, kendini çok daha iyi ifade edebilmesi için en özgür ortamlar. Sadece engeli bulunan, yeti farkı bulunan bireyler için değil; toplumun tüm kesimleri için böyle. Ama engellik yeti farklılığı söz konusu olduğunda malesef kısıtlanmalar çok fazla. Örneğin, hâlâ görme engelli yetişkin olarak kendi iradesiyle bağımsız bir şekilde gidip bir yüzme havuzuna kayıt yaptıramadığına şahit oluyoruz veya engelliler için ayrılan özel saatlerde yüzebileceğine şahit oluyoruz. Dolayısıyla sporda da ayrımcılıklarla karşılaştığımı ifade edebilirim. Burada da bizim karşımıza çıkan en büyük ve en temel sorun toplumsal önyargılar ve insanların engelliler hakkındaki kararları kendi kafalarındaki ön yargılarla veriyor olmaları. Yani burada konunun öznesi olan kişilere, çocuklara söz hakkı tanımamasından kaynaklanıyor tüm bunlar. İmkan verildiğinde fırsatlar sağlandığında evet sporda dereceler alınıyor. Tıpkı engelsiz bireylerde olduğu gibi.
Dediğiniz gibi, bazı alanlara sıkıştırılıyor engelli kişiler. Örneğin otistik bireylerin daha çok ritimde, müzikte daha iyi olabileceğine; görme engelli kişilerin işitmeye karşı yeteneklerinin becerilerinin daha güçlü olduğu ve o yüzden çok iyi şarkı söyleyebileceği, iyi enstrüman çalabileceklerine dair kalıp yargılar var.
Sonuçta bizler de bu toplumun bir parçasıyız ve çocuklar için de aynısı geçerli. Bu nedenle, çocukları kalıplara sokmadan; özellikle bebeklikten itibaren, erken çocukluk dönemi olan 3-6 yaş arasında, akranlarıyla birlikte spor ve sanatla ilişkili ortamlara, spor akademilerine ve sanat merkezlerine dahil edebilmek çok önemlidir.
Kaynak: T24