
Otizmli çocuklardan travma yaşayan yetişkinlere kadar birçok terapi alanında atların varlığı, yalnızca duygusal değil fizyolojik bir etki yaratıyor. Kalplerin senkronu, sessiz bir şifaya dönüşüyor.
Atlar, otizmli bireyler için yapılan terapilerde, hasta yatağında yatan insanlara moral kaynağı olmada ve duygusal destek arayan herkesin yanında sıkça yer alıyor. Bugüne kadar hep insan ve at arasındaki bağın ne kadar özel olduğundan ve birlikte yapabildikleri her şeyin bu güven ilişkisi sayesinde mümkün olduğundan söz ettik.
Bu kez konuyu biraz daha bilimsel bir açıdan ele alalım: Fizyolojik ve psikolojik olarak, neden atlar terapi süreçlerinde bu kadar etkili? Atların insan üzerindeki bu güçlü etkisinin ardında yalnızca sevgi değil, biyolojinin ve nörobilimin de açıklayabildiği derin bir uyum var.
Beyin Yapısı
İnsanda soyut düşünce, planlama ve muhakemeden sorumlu olan prefrontal korteks, atlarda primatlara kıyasla çok daha sınırlı gelişmiştir. Türler arası karşılaştırmalı araştırmalar, at gibi otçul türlerde öz denetim ve soyutlama kapasitesinin daha düşük olduğunu, bunun da prefrontal bölgenin gelişim düzeyiyle ilişkili olabileceğini göstermektedir.
Bu nedenle atlar, bizim gibi geçmişin yüküyle ya da geleceğin endişesiyle hareket etmez. Onlar için tek gerçek, şu andır. Bir insanın korkusunu, öfkesini veya huzurunu anında hissederler. Bu yüksek farkındalık, bir av hayvanı olarak binlerce yılda gelişmiş bir savunma mekanizmasının sonucudur.
Doğada yaşamda kalmak için çevresindeki en küçük değişikliği bile fark etmek zorunda olan at, insanla kurduğu ilişkide bu becerisini duygusal sinyalleri okumaya yöneltmiştir. Bir insanın nefesindeki hızlanmayı, omuzlarındaki gerginliği, hatta bakışındaki huzursuzluğu algılar. İşte bu içgüdü artık yalnızca tehlikeden kaçmak için değil, karşısındakiyle duygusal uyum kurmak için çalışır.
At, insanın iç halini kelimesiz bir biçimde yansıtır: Kişi huzursuzsa uzaklaşır, sakinleştiğinde yeniden yaklaşır. Bu yüzden doğada yaşamı koruyan bu mekanizma, insanla ilişkide şifalı bir aynaya dönüşür. Bize kendi duygularımızı görme ve içsel dengeyi yeniden bulma fırsatı verir.
Kalplerin Uyumu
Bilim insanları, insanla atın etkileşime girdiğinde kalp ritimlerinin senkronize olabildiğini göstermiştir. Atın kalp atışı yavaş ve ritmiktir; yanında zaman geçiren insanın kalbi de bir süre sonra bu düzene uyum sağlar.
Bu fizyolojik uyum, “eş düzenleme” denen bir süreçtir, iki sinir sisteminin birbirini sakinleştirmesi anlamına gelir. HeartMath Enstitüsü’nde yapılan çalışmalar, bu kalp uyumunun parasempatik sistemi güçlendirdiğini ve kortizol gibi stres hormonlarını azalttığını ortaya koymuştur. Yani bir atın yanında nefes alırken aslında kalbimizle nefes almayı da öğreniriz.
Duyguların Ayna Nöronları
Atların tepkileri, bizim ayna nöronlarımızı (karşımızdakinin duygusunu “hisseden” o özel beyin hücreleri) harekete geçirir. Bir at korkarsa bizde de gerginlik olur, rahatladığında biz de gevşeriz. Bu karşılıklı yansıma, özellikle travma veya anksiyete yaşayan bireylerde duygusal farkındalığı artırır.
Otizmli çocuklar içinse atın tahmin edilebilir, ritmik hareketleri güven duygusu yaratır. Atın yürüyüşü, insan pelvisinin doğal hareketine çok benzediğinden, beyin bu düzenli uyaranla denge ve koordinasyon geliştirir. Bu yöntem “hippoterapi” olarak bilinir ve otizmli ya da fiziksel engelli çocuklarda sosyal etkileşim ile postür üzerinde olumlu etkiler göstermiştir.
Sessiz Bir Öğretmen
Bütün bu bilimsel açıklamaların ötesinde, atlarla geçirilen bir anın anlamı çok daha sade: Atın gözlerinde kendini görürsün. Yalan yoktur, maske yoktur. Yalnızca “Ben buradayım” diyen bir varlık… Ve senin ona “Ben de buradayım” demen.
Belki de atlar, bize en temel gerçeği hatırlatıyor: İyileşmek, bazen konuşarak değil, sadece orada olarak başlar.
Sosyal medya hesaplarımız:
İnstagram sosyal medya hesabı için tıklayın
Linkedln sosyal medya hesabı için tıklayın
X sosyal medya hesabı için tıklayın
Facebook sosyal medya hesabı için tıklayın
Kaynak: Cumhuriyet Pazar



